İşverenin İş Sağlığı Ve Güvenliği Önlemleri Alma Yükümlülüğü

İşverenin İş Sağlığı Ve Güvenliği Önlemleri Alma Yükümlülüğü

Genel, Meslek Tavsiyeleri, Yurtiçi Kariyer Eyl 15, 2022 Yorum Yok

Giriş 

İş kazaları ve meslek hastalıklarından ötürü yaşanan ölümler ve sürekli iş göremezlikler hem toplum vicdanında hem de ülke ekonomisinde derin yaralar açmaktadır. İşçilerin can güvenliği ile doğrudan ilgili olan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sebepler dairesinde işverenin iyi niyetine bırakılması mümkün değildir (Akbulut, 2007:127). Devlet işçileri iş kazaları ve meslek hastalıklardan korumak amacıyla iş sağlığı ve güvenliğinin asgari normlarını belirlemek ve işyerlerinde uygulanmasını sağlamakla yükümlüdür (Caniklioğlu ve Canpolat, 2014:1). Bu noktada işverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alma borcunu tam manasıyla yerine getirmesi büyük önem arz etmektedir. 

İşçinin bir işi ifa etmesi karşılığında ücret ödenmesi konusundan ibaret (Mollamahmutoğlu, 2008:254) olan iş sözleşmesi, işçinin gerçek anlamda işverene bağımlı olarak çalışma ve onun verdiği talimatlara uyma zorunluluğu içerirken, işverene işçiyi çalışma ortamının, yapılan işin ve çevresel faktörlerin sebep olabileceği tehlikelerden koruma ödevi yüklemektedir. Öğretide işverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alması zorunluluğunun kaynağı farklı noktalara dayandıran görüşler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; işverenin emir ve talimat verme yetkisinden kaynaklanması, iş sözleşmesinin kişisel ilişki doğurmasının bir sonucu olması, işçinin sadakat borcunun karşılığı olması, işçi ve işveren arasında kurulan borç ilişkisinin süreklilik arz etmesinin doğal bir sonucu olması şeklinde sıralanmaktadır. İşverenin işçilerini iş kazalarından ve meslek hastalıklarından koruması için yerine getirmesi gereken iş sağlığı ve güvenliği normlarının kaynağı işçi ve işveren arasında kurulan iş sözleşmesinin yanında bazı kamu ve özel hukukta yer alan düzenlemeler de dayanmaktadır. Bunların en başında  tabi ki 2012 yılında çalışma hayatına giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu gelmektedir. İşverenin önlem alma borcu İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu haricinde, Anayasamızın, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun bazı hükümlerinde dile getirilmiştir. Sağlıklı ve güvenli çalışma ortamlarının tesis edilmesi ancak işveren tarafından önlem alma borcunun yerine getirilmesi ile mümkündür. İşverenin önlem alma borcunu tama manasıyla kavraması ve yerine getirmesi için önlem alma borcunun amacının, kapsamının, içeriğinin ve hukuksal dayanağının açık bir şekilde ortaya konulmasının son derece önemlidir.

1. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Önemi

1.1. İş Sağlığı ve Güvenliği Kavramının Ortaya Çıkışı

İş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimi incelendiğinde özellikle sanayi devriminin başlamasıyla beraber bu kavramın öneminin daha çok ortaya çıktığı görülmektedir (Aydemir, 1995:79). İş sağlığı ve güvenliğinin çalışma kavramıyla iç içe olmasından dolayı aslında bu kavram sanıldığının aksine sanayi devriminden daha eskiye dayanan çok yönlü bir bilimdir. İş sağlığı ve güvenliğinin çıkış noktası araştırılırken özellikle “ne zaman insan hayatını idame ettirmek için çalışmaya başladı ?” sorusu sorulmalıdır. İlk ilkel kavimlerin dahi yaşamak için çalışması gerektiği göz önüne alınırsa en basit anlamda iş sağlığı ve güvenliğinin doğuşunun sanayi devriminden öncesine dayandığı daha rahat görülebilir. Günümüzdeki anlamıyla iş güvenliğine yönelik sayılabilecek faaliyetler insan emeğinin yoğun şekilde sömürüldüğü Roma’ya kadar dayanmaktadır. Zamanın araştırmacı ve bilim adamları işçilerin vücut bütünlüğünü ve can güvenliğini korumak gibi insani amaçlardan çok işçilerin verimini arttırmayı ve yapılan işi daha kısa sürede bitirmeyi hedefleyen iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili önerilerde bulunmuştur. 

İşverenin İş Sağlığı Ve Güvenliği Önlemleri Alma Yükümlülüğü

Buhar makinasının icadıyla beraber 18. yüzyılda yaşanan sanayi devrimi üretimi makineleştirmiş ve iş güvenliği açısından çok çeşitli riskleri çalışma hayatına sokmuştur. Öncelikle kırsal kesimden üretimin olduğu kentlere göç, hijyenik olmayan koşullarda barınmayı beraberinde getirmiştir. Çalışma şartlarının ağırlığı, kötü beslenme, ara vermeksizin günlük 18 saatte varan çalışma süreleri ve bunların yanında uygun olmayan çevre koşullarının bir araya gelmesi hastalıkları, hastalıklar çok fazla çalışanın bir arada ve hijyenik olmayan koşullarda barınmasından dolayı salgınları, salgınlar işçilerin sağlıklarının bozulmasını, sakatlıkları ve ölümleri beraberinde getirmiştir.

1.2. İş Sağlığı ve Güvenliğinin Zorunluluk Haline Gelmesi

Sanayi devriminin çalışma hayatı üzerindeki köklü değişiklikleri giderek büyüyen ve önü alınamaya çok büyük sorunlara yol açmıştır. Ücretlerin düşük olmasından dolayı sadece aile reisinin çalışması geçinmek için yeterli olmamakta, kadınlar hatta çok küçük yaşta çocuklar dahi ağır işlerde çalışmaktadır. Sağlıksız çalışma şartları, işçilerin kendilerine uygun olmayan işlerde çalışmak zorunda bırakılması, yetersiz beslenme ve hızlanan üretim teknikleri iş kazalarının sayısını göz ardı edilemeyecek seviyede arttırmıştır. Bu durum toplumda ciddi tepkilere sebep olmuş ve iş kazalarını toplumsal bir sorun haline getirmiştir. 

Meydana gelen gelişmelerden dolayı iş kazalarının artması ve çalışanların hayat seviyesinin düşmesi iş sağlığı ve güvenliğinin insanın doğuşundan itibaren var olan ve sanayi devriminin getirdiği tehditlerden çalışanları koruyan vazgeçilmez bir koruma olgusu olduğunu ortaya çıkarmıştır (Ulusan, 1990:33). Bir zorunluluk olarak sanayinin hızlanmasıyla beraber alınan önlemler ve yapılan çalışmalar artmıştır. Dikiş işlerinde istihdam edilen işçilerin parmaklarını korumak amacıyla ilk KKD[1] olarak yüksüğün bulunmasıyla başlayan süreç, İngiltere’de yayınlanan Baca Temizleyicileri Yasası ve çocuk işçilerin çalışma süresini 12 saatle kısıtlayan Çocukların Korunması Kanunu ile devam etmiştir. İlk iş sağlığı ve güvenliği kanunu Almanya’da 1800’lü yılların ikinci yarısında ve ilk iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili yasal düzenleme aynı yıllarda İsviçre’de yayınlanmıştır. 1970 yılına gelindiğinde ABD ilk bağımsız iş sağlığı ve güvenliği yasasını çıkarmıştır. 

Ülkemizde sanayi devriminin geç başlamasıyla beraber iş sağlığı ve güvenliği alanında yapılan çalışmalar Dünya ve Avrupa’nın gerisinde kalmıştır. İlk düzenleme 1869 yılında sadece Zonguldak ve çevresini kapsayan Maadin Nizamnamesi olmuştur. Sırasıyla  Ereğli Havza-i Fahmiye Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanunu, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 332. maddesi, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda 173. ve 180. maddeleri arası, 3008, 1475 ve 4857 sayılı iş Kanun’larının bazı maddeleri yayınlanmıştır. Nihayet 2012 yılına geldiğimizde ilk kez müstakil bir iş güvenliği kanunu olan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası tüm gecikmelere rağmen çıkarılabilmiştir. İş kazalarının ve meslek hastalıklarının işçi, işveren, devlet ve toplum üzerindeki yıkıcı zararları devletin çalışma hayatına müdahalesini kaçınılmaz hale getirmiştir (Süzek, 1985:14). Devlet günün teknolojisine ve gelişmelerine uygun iş güvenliği mevzuatı yayınlayarak ve ilgili mevzuatları uygulayarak çalışma hayatını düzenlemektedir. Böylece, işçiler lehine, bu mevzuattan doğan ve devlet tarafından idari ve cezai yaptırımlarla korunan bir “iş güvenliği hakkı” ortaya çıkmıştır (Süzek, 1985:15). Önlem alma borcu ve iş güvenliği hükümleri bu mevzuatın nüvesi konumundadır.

1.3. İş Kazalarının Etki ve Zararları

İş sağlığı ve güvenliğinin amacı iş yerinde yapılan faaliyetlerden dolayı oluşabilecek kötü etkilerden çalışanları korumak ve sürekli bir şekilde çalışma ortamını iyileştirmektir (Özkılıç, 2007:11).  Bu yönden bakıldığında iş sağlığı ve güvenliğinin gaye olarak bireyi, toplumu ve devleti çeşitli zararlara uğratan iş kazaları ve meslek hastalıklarını bertaraf etmek olduğu söylenebilir.

İş kazaları öncelikle yaşanan ölümlerle, kutsal olarak değerlendirilen bireyin hayatına ve daha sonra yaralanmalarla bireyin yaşam kalitesinin düşmesine mal olmaktadır. Meydana gelen iş kazaları ve meslek hastalıkları sadece kazayı yaşayan bireye değil kazalının ailesine, iş arkadaşlarına, işverenine, topluma ve devlete hem maddi hem de manevi zararlar vermektedir (Aydemir, 1995:799). İş kazası sebebiyle yaralanan veya vefat eden işçi yukarıda saydığımız taraflar arasında şüphesiz ki en büyük zararı görendir. İş kazasından sonra yaralanarak malul olan işçiler, her ne kadar iş göremezlik tazminatı alsa veya aylık bağlansa da ekonomik güçlerinde azalma yaşamakla beraber birçok manevi zarara uğramaktadır. Yaşanan kaza, kazalı işçinin toplumdaki statüsünü kaybetmesine, vücut veya ruh bütünlüğünün bozulmasından dolayı hayat kalitesinin düşmesine, başka birine bağımlı olarak yaşaması durumunda kendisini yük olarak hissetmesine ve geleceğe dönük umutlarını yitirmesine sebep olduğu göz önüne alındığında kazanın maddi zararlar yanında çok daha büyük manevi zararlar verdiği görülmektedir. İşveren açısından iş kazalarının zararları incelendiğinde öncelikle SGK’nın kazalı işçi için yapılan masrafları işverene rücu etmesi ve Borçlar Kanunu kapsamında kendisine açılan tazminat davaları görülmektedir. Bunların yanında işverenin vasıflı bir çalışanını kaybetmesi, itibarının zedelenmesi, çalışanlar arasında güvensizlik, korku ve üzüntü gibi üretimi sekteye uğratan hallerin meydana gelmesi işverenin diğer maddi zararları olarak sayılabilir. Tabi ki bunların hiç biri işverenin kazadan dolayı yaşayacağı vicdan azabı ve elemle kıyaslanamaz. Ülke ekonomisi açısından ise yetişmiş iş gücünün, iş gününün, üretim yapılamadığından dolayı katma değerin ve milli servetin kaybına, bunun yanında toplumda güvensizlik, huzursuzluk gibi duygulara, refah seviyesinin düşmesine ve kalkınmanın yavaşlamasına sebep olduğu görülmektedir. 

Yorum Yok

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir